6 Eylül 2013 Cuma

SYLOSIS – Edge of the Earth | Pasif Agresif

Hayatınızın bazı dönemlerinde, umulmadık anlarda, karşınıza çıkmasını tahmin bile edemeyeceğiniz sürprizler çıkar. Sürpriz denen şey, zaten beklenmedik olandır ama bu karşılaştığınız şeyler, hayatınızda öyle dönemlere, öyle güzel denk gelir ki bazen, tam da ihtiyaç duyduğunuz duruma nokta atışı yaparak sizi ters köşeye yatırır, mutluluktan mutluluğa uçarsınız.





Kısacası bu olaylar size kaderin bir oyunudur da denebilir. Tam tersi durumlar da kültür turları mümkün olsa da bu seferlik biz onları yok sayalım. Tanışmamız tam da böyle oldu Sylosis ve “Edge Of The Earth” ile. Belli evrelerimde müzik açlığı yaşayan ve sıklıkla araştıran bir insan olarak, tam anlamıyla aradığım ve sevdiğim tarz bir müzik yapan bir grup çıkıverdi karşıma. Bu albümü benim için bu denli önemli kılan etkenlerin ne olduklarından bahsetmeden evvel, biraz Sylosis’i tanıyalım.


Sylosis, “tahminimce 1985 doğumlu” İngiliz bir oğlan çocuğunun (Josh Middleton) 2000 yılında ta lise zamanlarından beridir üzerinde çalıştığı, 2006 yılında çıkardıkları EP’den beri de aktif olarak müzik icra ettiği bir projedir. 2008 yılında ikinci EP’lerini de çıkarmalarının ardından Nuclear Blast firması ile anlaşmış ve aynı yıl içerisinde ilk albümleri “Conclusion Of An Age”i çıkarmışlardır. Sylosis’in müziğinin sahibi Josh, melodik death ve thrash metali, progresif öğeler ile tatlandırmış; bu müziğini hayvani derecede güzel gitar çalışı ile de ballandırıp, huzurlarımıza sunmuştur.





İdolleri olarak Chuck Schuldiner ve James Hetfield’ı gösterir. Ayrıca Cult Of Luna tarzı post metal gruplarından da esinlendiğini söyler. Bahsi geçen isimlere, sololarında ufak tefek de antalya otelleri olsa Dimebag Darrel etkilenimini de ekleyip, bize takdim ettiği bu güzelliğin formlarını tamamlar. Edge Of The Earth, Josh Middleton’ın grupta gitar – vokal olarak görev yaptığı ilk albüm, grubun ise full-length olarak çıkardığı 2011 tarihli ikinci albümdür. Bu albümde vokalleri ilk kez üstlenen Josh, sergilediği performans ile beni hayrete düşürmüştür. Gerçekten seyahat kendine özgü bir vokal stilinin yanı sıra özellikle de verdiği duyguları da işin içine kattığımızda Josh’ın vokali, yaptığı müziğe cuk oturuyor. Üstün bir teknik ile tertemiz gitar çalışını da göz önünde bulundurduğumuzda, “ne diyelim, bir insan yetenekli olmayagörsün” demekten fazla seçeneğimiz kalmamış oluyor. Şahsi görüşüm, Josh Middleton’ın son zamanlarda karşıma çıkan en yetenekli gitaristlerden biri olduğudur. İcra ve beste bakımından bu denli bir üstünlükle yaptığı her bir albümün de kulak kabartmaya değer olduğu aşikârdır.


Gelelim albümün içeriğine… “Edge Of The Earth”, Sylosis’in ikinci albümü olmasına rağmen, bahsettiğim bu vokal kıstası nedeniyle bu albümün, grubu ilk kez dinleyeceklerin başlangıç albümü olması gerektiği kanısındayım. Buna bir diğer sebep tatil ise, grubun bu albümdeki müziklerinin olgunluk seviyesine ulaştığı ve karşımıza yaptığı müzikten daha emin ve daha ne yaptığını bilen bir Sylosis’in çıkmasıdır. Tüm bunların yanında, mevzubahis konumuz “Edge Of The Earth”, açılış parçasından, albümün son saniyelerine kadar, dinleyenleri ayrı bir dünyaya götürüyor. Gerek teknik anlamda, gerek ise duygu bazında, albüm kusursuz bir müzisyenlik barındırıyor. Prodüksiyonun son derece kaliteli oluşu da bu kusursuzluğu hat safhada yaşamamızı sağlıyor. İlk şarkı “Procession”ın girişindeki o tekinsiz hava ile başlayan yolculuk, “Sands Of Time”ın kafa koparan rifleri, “Empyreal”ın dudak uçuklatan “o” sweepleri, karşımıza çıkan bir sürü saldırgan, duygusal, yer yer acıklı, dolu dolu dakikalar ile; yoğun bir şekilde post metal etkili son şarkı “From The Edge Of The Earth”ın huzurlu melodilerinin ardından son karadeniz turu buluyor. Şarkıları tek tek değerlendirmenin oldukça zor olduğu bu albümde bahsetmediğim her bir şarkı için üzüntü duyuyorum, çünkü her biri özenle yazılmış, tam anlamıyla ustalık dolu şaheserler.


“A Serpent’s Tongue”, “Beyond The Ressurected”, “Eclipsed”… Şarkı ismi verirken, daha önce dediğim gibi “arada atladıklarım vardı, onlar da birbirinden güzel” deyip, üzüntü duymaktan kendimi alamadığım bir albüm. Albümün ve Sylosis’in bir diğer güzel yanı ise, Bolt Thrower’ın sıklıkla kullandığı ve hatta zannımca İngiliz old school death metalinde ilk kez kendilerinin kullandığı o meşhur “Türkî melodiler”den fazlaca olmasına ek olarak; Sylosis’in, bu doğu bazlı melodileri, ağabeyleri Bolt Thrower’ın her türlü eline verecek düzeyde bir icra kapasitesi ve derinlikle müziklerine işlemeleri. Yaptıkları her hareketi, müziklerinde “gerektiği kadar” kullanmaları ve bunu ustalıkla yapmaları gerçekten takdire şayan bir durum. Bu hareketlerden birine daha örnek olarak, parçalarda yer yer, derinden duyabileceğimiz synthlerin, Sylosis’in yaptığı “gitar tabanlı” müziğin hiçbir şekilde önüne geçmeyerek, verilen havayı pekiştirmesi.


Ayrıca bu adamlar, gerçek anlamda ağırbaşlı balayı otelleri bir müzik icra ediyorlar. Yeni gruplarda; metal müziği modernleştirip, daha geniş kitlelere yayılmak adına, şahsen hiç sevmediğim “pop ezgili, melodik nakaratlar” kullanmadan, eski Bay Area tarzı thrash metali, günümüz metal müziğine en iyi şekilde adapte edebilmenin yolunu bulmuşlar. Bu tarz nakaratları müziklerinde gayet güzel kullanan gruplar olsa da, thrash metal tabanlı gruplarda bu gibi öğelerin, asıl müziğin hissiyatını baltaladığı düşüncesindeyim. Sylosis de ilk albümlerinde bu tarz amatörce hareketler yapmış olsa da, (tabi vokal değişiminin de katkısı ile) bu hatasından çok şükür ki döndü. Böylece en azından beni ve benim gibi düşünenleri, hayranları arasına katmayı başardı. Müziklerinde thrash metal etkisi oldukça fazla olsa da, yeniliklere açık oluşları ve bu denli dengeli bir şekilde kullandıkları yan elementler, Sylosis’i türdeşlerinden birkaç adım öne çıkarıyor.


Melodi tabanlı, ama agresiflikten asla ödün vermeyen müzikleri, onlara ciddi anlamda kimliklerini kazandıran belli başlı ufak detayların sırıtmadan, yaptıkları müziğe adapte edilmesinden kaynaklanıyor. Duygu yoğunluğu ile birleşen yırtıcılık, onların belirleyici özellikleri arasında yerini ilk sıralarda alıyor. Gelelim dezavantajlara… Albüm tamı tamına 72 dakika 15 saniye uzunluğunda bir thrash metal destanı. Bu durum, albümü uzun yolculuklarda dinleyenlere onun çok güzel bir yol arkadaşı olmasının yanı sıra, daha normal şartlarda dinlenildiği zamanlarda bazen, içerdiği yoğun ve sert müzikten kaynaklı bir “fazla uzun gelme” sendromu da yaşatabiliyor.





Bu fazla uzun olma durumu dinleyeni kesinlikle sıkmıyor, ancak bazen biraz da olsa yorulmanıza sebep olabiliyor. Bundan dolayı, albümü sindirmek de biraz emek istiyor, zira tüm uzun süreli albümlerde yaşanan, albümün sonunu getirememe durumunu bu albümde sıklıkla yaşayabiliyoruz. Sylosis’in bir dezavantajlarından biri de “neyse ki son albümlerinde düzelttikleri” imajları. Yukarıda kendisine oğlan çocuğu dememe sebep olan Josh Middleton’ın, yaptığı olgun müziğe taban tabana zıt olan bu dış görünüşü, grupla ilk defa tanışacak olanlara son derece toy bir imaj çiziyor(du). Bahsettiğim bu imaj olayının önemi çok fazla dikkatten kaçsa da aslında bir hayli büyüktür.


Mesela, Josh Middleton’ın “idol” olarak adlandırdığı kişileri ele alalım. Chuck Schuldiner… Asaletin vücut bulmuş halidir. James Hetfield… Karizma ve sahne duruşu denince akla ilk o gelir. Bu insanlar, nesiller boyu birilerini etkilemiş, onlarda izler bırakmış, dev kişiliklerdir. Bu kişilerle, çocuk denecek zamanlarımızda tanışmış olan bizler, ilerde bu adamlar gibi olmak istiyoruz demiş isek, bunu bize dedirten, yaptıkları müziğin devasalığının yanı sıra bu asaletleri ve karizmalarıdır.


Josh, ya da çevresindekiler de bu durumu sonradan fark etmiş olacaklardır ki, ona gerçekten hem tarzını yansıtabileceği ve olgunluğunu belli edebileceği, hem de yaptığı müziğe uyumlu olan bir yeni görünüm kazandırmışlardır. Yine de, isterse Recep İvedik’e benzesin; bu insan Death’i yurtdışı turları benimsemiş, ama Death’in kopyası bir müzik yapmamış; Metallica’yı çok sevmiş ama James kopyası bir vokal ve Metallica çakması bir müzik yapmamış; tamamen kendine özgü ve müthiş bir müzik yaratmış ve o müziği bizlere ulaştırmıştır. Bu yüzden de bende önemi çok büyüktür.





Sylosis… Bundan yıllar sonra, çok daha iyi yerlere gelmelerini çok fazla istediğim bir grup. Metal müzik dünyasında, hak ettikleri yerin çok çok gerisinde olmalarına rağmen, senelerin onlara yaptıracaklarıyla umuyorum ki kariyerleri boyunca muhteşem işlere imza atacaklar ve muhteşem yerlere gelecekler. “Edge Of The Earth”, işte bu anlamda, şahsımca onlar için atılmış “o en önemli ilk adım”dır. Bu da benim hayatım boyunca yazdığım ilk albüm kritiğidir. Okuduğunuz için teşekkür ederim.


XHTML: You can use these tags:






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder